Aynı şey bebekler ve uyku söz konusu olduğunda da geçerli. Bırak yalnız uyusun, ağlaya ağlaya kendi uyusun, özgüveni böyle gelişir diyen otoriteler acaba doğruyu mu söylüyor?
Uyku, Güvenli Bağlanma ve Bebeğiniz kitabının yazarı Sinem Özen Canbolat “Tam tersi, bebeğin ağlamasına, size ihtiyaç duyduğuna dair beden sinyallerine cevap vermediğinizde korku ve kaygıda kilitli kalır” diyor.
Uyku, Güvenli Bağlanma ve Bebeğiniz isimli kitabın yazarı Sinem Özen Canbolat uyku eğitimi modalarıyla bir de kendini bu konuda performans ve başarı baskısı altında hisseden anne ve babaların gönlünü bilimsel gerçeklerle ferahlatıyor.
“Belki çok yorgunuz. Belki tek başına bir bebeğe bakabilmek bu denli yalnızlaştığımız bir hayatın içinde çok zor. Onun uyuması ile bulabildiğimiz vakit, bizim çevreden bulamadığımız bir destek oluyor bize. Belki de desteklerimiz var, ama çok daha kolay uykuya dalabileceğine, bunu da öğretebileceğimize inanıyoruz. Belki neyin doğru olduğuna karar veremiyoruz, ancak etrafta ‘otorite’ olarak kabul ettiğimiz sesler, bize ‘özgüven gelişimi için kendi odasında ve yalnız uyumalı’, ‘ebeveyni yanında olmasa da kendini güvende hissetmeli’, ‘yeteri kadar uyumaz ise gelişimi geride kalır’, ‘yalnız kalmayı öğrenmeli’, ‘kendi kendine uyumayı desteğiniz olmadan da öğrenebilir’ gibi cümlelerle yükseliyor. Nice sosyal medya hesabında bunu “başaran” aile ve bebeklerle dolu boy boy fotoğraf ve haberler görüyoruz.
Peki, gerçekten böyle mi? Gerçekten özgüven gelişimi bu şekilde mi sağlanır? Korkuları ve kaygılarıyla baş edebilmesi için uyku eğitimi mi verilmeli? Tek başına da güvende hissetmesi için anne ve babasıyla yatmamalı mı? Yalnız kalmak eğitimle öğrenilebilir mi?
Bu sorulara cevabı bebeğin biyolojik ve ruhsal gelişimiyle ilgili bilgilerimiz veriyor diyor Sinem Özen Canbolat.
İşte kitabın yazarından uyku eğitimi konusunda gerçekler:
Bebek dünyaya birçok zorlu deneyimden geçmiş olarak gelir. Örneğin, toksik beslenen bir rahime yerleşmek, stresli bir hamilelik ya da zorlu bir doğum bebeğin kendini bu anların içinde yaşam ve ölüm arasında hissetmesine neden olabilecek olaylardan sadece birkaçıdır. Zorluklar içinden geçerek kucağımıza verilen bebeğimizin sakin olamamasının ve kendini uykuya bırakamamasının nedeni kendi hikâyesinin içinde mevcuttur.
Kolay uykuya dalamamanın tek nedeni zorlu deneyimler değildir. Hem yaşadıklarından ötürü hem de geldiği gezegen konusunda herhangi bir bilgisi ve kendi varlığını devam ettirecek becerisi olmayan bebeğimiz için bakım verenden ayrılmak da kolay değildir. Evet, uykuya dalmak bir ayrılıktır. Kendini güvende hissettiği kucağı bırakacak ve ne olduğunu ve olacağını bilmediği uyku dünyasına geçecektir. Uyuduktan sonra kendine ne olacak? Bakım vereni onu bırakacak mı, yoksa onunla kalacak mı? Tüm bu soruları cevaplamak için henüz dünyayla ilgili yeterince bilgisi ve güvenli anıları yoktur. Dolayısıyla, bu ayrılık, bizim için olduğundan çok daha tedirgin edicidir bir bebek için.
Bir bebeğin kendini uykuya bırakmadaki zorluğu bunlarla da bitmez. Bebeğin dünya hayatını ve benliğini algılama şekli bizimkinden çok farklıdır. Onun bizimkine benzeyen bir seviyede zaman, mekân ve şekil algısının oluşumu zaman alır. Dünyaya geldiği zaman bile ne fiziki ne de ruhsal olarak bir deri hissetmez. Her şey ve her parçası uzay boşluğuna dağılmıştır. Annesi dahil her şey onun bir uzantısı gibidir. Özellikle, birincil bakıcısı, anne, onun bir uzvudur diyebiliriz. Durum bu olduğu zaman, haliyle o uzvundan ayrılıp uykuya geçmek de çok kolay değildir.
Son olarak, bebekler için “nesne sürekliliği gelişimi” dediğimiz bir kavramdan da bahsetmek yerinde olacaktır. Nesne sürekliliği, bir nesnenin gözle görülmese dahi dünyada varlığını sürdürdüğüne dair algımızın olmasıdır. Bebeklerde bu algı ilk doğduklarında yoktur ve gelişimini ancak 2 sene sonunda tamamlar. Yani, örneğin, yeni doğan bir bebeğe bir oyuncağı gösterdikten sonra gözü önünde saklamış olsanız dahi, bebek oyuncağı aramaz, çünkü, onun için “göremediği şeyin varlığı son bulmuş” demektir; ya da 8 aylık bir bebeğin gözünün önünde oyuncağın yerini değiştirseniz bile oyuncağı ilk sakladığınız eski yerde arayacaktır. İşte, bu nedenle, siz odadan çıktığınızda ya da o uykuya daldığında, varlığınızı sürdürdüğünüzden emin olması çok mümkün değildir. Ancak, 2 senenin sonuna doğru, bebek çocukluğa geçerken, gözle görülmeyen nesnelerin bile varlığını sürdürdüğü konusunda bir bilince varabilir.
Bebeğin beraberinde getirdiği tüm bu ruhsal ve zihinsel durumları göz önüne aldığımızda, elbette bebeğimizin uykuya dalarken kaygılarının, korkularının ve kendini bırakamama halinin eğitimle rahatlamasının imkânsızlığını anlayabiliriz. Güven, eğitimle öğretilmesi mümkün olmayan ve içsel olarak yeşermesi gereken bir duygudur. Bunun yeşerebilmesi için de bebeğin kendi hızında yeteri kadar iyi bakım aldığına dair anıları biriktirmesi gerekmektedir.
Bebeğin uykuya dalarken zorlanan halinin gerçek anlamda rahatlatılmasının onun sinyallerini izlemeyen, o hazır olmadan destekleri çeken eğitimle mümkün olamayacağına en keskin yanıt ise beyin ve sinir sistemiyle ilgili araştırmalardan gelmektedir. Araştırmalar gösteriyor ki, “regülasyon” dediğimiz “öz düzenleme”, ya da bizim basitçe “sakinleşme” dediğimiz, dengeye gelme hali, ancak ve ancak ona güven veren şefkatli bir ilişkiyle mümkündür. Uyku eğitimi sonunda ağlamayı keserek uyuyan bebeklerin yaşadığı gerçek anlamda “sakinleşme” değildir. Buna dair en net araştırma, Middlemiss ve ekibi tarafından gerçekleştirilmiştir (2021). Bu araştırmada, uyku eğitimi veren anne ve bebeklerin stres seviyeleri ağızlarından alınan tükürükten ölçülmüştür. Uyku eğitiminin ilk günü, hem anne hem bebeklerde stres seviyesi oldukça yüksek çıkmıştır. Üçüncü gün artık ağlamayan bebeklerin annelerinde, bu sakinleşmeden dolayı stres seviyesi düşük çıkarken, çarpıcı olarak, bebeklerin stres seviyelerinin, sakinliklerine rağmen hâlâ çok yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Yani, bebekler uyku eğitimleri sonunda ağlamıyor ve uykuya sakin dalıyor olsalar dahi, stres seviyeleri yüksek kalmaktadır.
Beyin yapısını incelediğimizde ise, gerçek anlamda bir regülasyonun olabilmesi için, özellikle ilk yıllarda, duyguların ve ilişkinin merkezi olan limbik sistemin yeterince uyarılması gerektiğini görüyoruz. Özgüven ve özsaygıya giden sağlıklı bir benlik oluşumu ve sağlıklı uykular, ancak ve ancak, sevgi, saygı, duyarlılık ve devamlılık içeren bir ilişkide mümkün olacaktır.
Tüm bu bilgilerin ışığında diyebiliriz ki, bize “uyku eğitimi” adı altında sunulan bilgilerin birçoğu doğru değildir. Bu doğru olduğu söylenen yanlışlara teker teker göz atalım:
*Bebek emzirerek uyutulmamalıdır: Duyular ilk var oluşlarından bu yana, bu dünya gerçekliğinde var olduğumuzu bize hissettiren, bu dünya ile bağlantımız olan araçlarımızdır. Bebeğin yukarıda belirttiğim gibi parçaları tüm dünyaya dağılmış bir ruhsallıkta geldiğini düşünürsek, onu dünyada yaşamının sürdüğünü ve tüm parçalarının bir arada olduğunu hissettirecek şey yoğun bir duyusal tutulma olacaktır. Bebek ile yüz yüze iletişim, sesimiz, kokumuz, salınımımız, onunla hareket etmek bu nedenle ona iyi hissettirir. Emzirme de bu yoğun duyusal sarmalanmayı bebeğin hem içini hem dışını doldurduğu, anne ile bir olduğu hissini veren bir tutulma şeklini verdiği için özellikle ilk aylar için yoğun bir regülasyon desteğidir. Zamanla bebek emerek regüle olmanın yerine ilişki içinde regüle olmayı koyabilecektir. Ancak, emme ilişkisi devam ettiği sürece bebeğin sinir sisteminin emerken rahatlaması da son derece doğaldır. Burada mesele, özellikle ilk ayları geçmiş bir bebek için, tek sakinleşme şeklinin emme olmasıdır. Dolayısıyla, uyumak sadece emmeye bağlı olmadığı sürece emerek uyumak bir regülasyon problemi değildir ve son derece sağlıklıdır.
*Bebek sallanmamalıdır: Yukarıda belirtilen duyusal ihtiyaçlar nedeniyle, özellikle vestibüler sistemi (denge ve uzaydaki konumumuz ile ilgili bilgi veren duyu sistemi) desteğe ihtiyaç duyabileceği için salınım şeklindeki sallama destekleyici olacaktır. Bebek mobilite kazandıktan sonra sallanmaya daha az ihtiyaç duyabilir.
*Bebeğinizi kucağa alıştırmayın: Hayatının ilk aylarında daha çok kucağa alınan bebeklerin daha sonra daha az kucağa ihtiyaç duyduğunu, bunun tam tersi durumda, yani ilk aylarda kucağa alınmayanların daha sonra çok daha fazla kucak talep ettiğini ortaya koyan bir araştırmanın olduğunu söylersem, sanırım buna da yeterli cevabı vermiş olurum (Ainsworth, Bell ve Stayten, 1972). Bir de buraya, ancak doyurulmayan ihtiyaçların ısrarla devam edeceği yorumunu ekleyelim.
*Bebeğin gece emzirmeleri doktorun belirlediği sayıda olabilir, diğerleri kesilmelidir: Zamanla bebek emerek regüle olmanın yerini ilişki içinde regüle olmayı koyabilecektir. Ancak bu ani emmeden kesmelerle yapılmamalıdır. Emzirme devam ettiği sürece gece emmeye devam etmesi de son derece doğaldır. Yoğun bir gece emme durumu var ise, semptomu ortadan kaldırmak yerine, öncelikle altında yatan nedeni anlamaya çalışmak gerekir.
*Bebeğin desteksiz uyuması için tek yol uyku eğitimidir. 2017’de Middlemiss ve ekibinin yaptığı araştırmanın net bir sonucu vardır: Bebek ağlarken yalnız bırakılmaksızın, ağlama sinyallerine cevap verilerek uygulanan ve uyku eğitimi yaklaşımlarından çok farklı olan destekleyici uyku müdahalelerinin etkili olduğunu ve toplam uyku süresini arttırdığını ortaya koymuştur
Bebeğinin uykusunu desteklemenin sağlıklı ruhsal yollarını öğrenmek isteyenler için önerim, hem bilimin hem de kalbin ışığında yazılmış kitabım Uyku, Güvenli Bağlanma ve Bebeğiniz’i ve benzeri bağlanma odaklı yayınları okumaları; uzmanları, ama en çok da, bebeklerini izlemeleri ve takip etmeleri olacaktır.